“İnsan caddelerin tamamına bakıp hemen bir karara varmamalı. Her zaman adım adım ilerlemeli. Sürekli olarak bir adım sonrasını düşünmeli, bir adım, sonra derin bir nefes, sonra bir süpürge. İşte o zaman hayat zevkli olur. Önemli olan işini iyi yapmaktır. Öyle de olmalı…”
Michael Ende
Şüphesiz ki hedeflerimiz, bizleri motive eden, hayata tutunmamızı sağlayan ve zamanla kendimizi gerçekleştirmemizde büyük rolü olan, en önemli unsurlardan biridir. Hedefsiz bir yaşam ise sığdır, coşkudan ve motivasyondan uzaktır. Net bir şekilde belirlenmiş, ulaşılması zor olan hedeflerimize her geçen gün bir adım dahi yaklaşıyor olmamız, içsel motivasyonumuzu önemli miktarda yükseltiyor. Tüm bunların yanında hedeflerimize sadece aklımızla değil, kalbimizle ve yüreğimizle bağlandığımızda ise, yaptığımız işerdeki başarı katsayımız artıyor ve içsel huzurumuz da önemli bir oranda yükseliyor.
Hedeflerimize kalple ve yürekle bağlandığımızda aşağıdaki güzelliklerin ortaya çıkması muhtemeldir:
Yaklaşımlarımız iletişim kurduğumuz insanları pozitif yönde etkiler: Dünya, içimizde taşıdıklarımızın aynasıdır. Şems-i Tebrizi’nin “Senin gönlün değişirse, dünya değişir” sözünün içinde oldukça anlamlı bir mesaj vardır. İşlerimize yürekten bağlandığımızda, bu yaklaşımımız beden dilimize ve ses tonumuza da yansır. Ve etrafımıza pozitif bir enerji yaymış oluruz. Ve bu kalpten yaklaşımımız, iletişim kuruduğumuz insanların bize olan yaklaşımlarını pozitif yönde değiştirir. İşini sevgiyle yapan bir çalışanın/liderin, zaman içinde sevgi dolu yaklaşımlarla karşılaşması muhtemeldir.
Sadece hedeflerimize ulaştığımızda değil, hedeflere giden yolun üzerinde de mutlu oluruz: Ne mutlu, mutluluğu yolun üzerinde bulabilenlere… Yaptığımız işere bir anlam yüklemeden, hedeflerimizi değerler üzerine inşa etmeden diğer bir deyişle, hedeflerimize kalple bağlanmadan ilerlediğimizde yolun üzerinde mutluluk yerine, sarp kayalıklar bulma ihtimalimiz daha yüksektir. Ve hedeflerimize ulaşsak dahi, edindiğimiz mutluluk kısa süreli olacaktır. Hedeflerimizi değerler üzerine inşa ettiğimizde ve yaptığımız işte bir anlam bulduğumuzda, aklın ötesine geçen hırsın kurbanı da olmayız. Salt o işi yapmaktan büyük keyif alırız ve bu durum bize önemli bir tatmin duygusu yaşatır.
İşlerimizin çıktıları daha kaliteli olur: Tabii ki adanmış bir şekilde çalıştığımızda, yaptığımız işin çıktılarının daha kaliteli olma ihtimali yüksek oluyor. Ve daha üretken olabiliyoruz. Kendimizle gurur duyacağımız şekilde çalışmak, öz saygımızı yükseltiyor, öz saygımız ise üretkenliğimizi…
Çalışanın/işletmenin, müşteriler veya işletme paydaşları karşısındaki duruşu güzelleşir: Günümüzde herhangi bir şirket ile kurumsal bir iletişim kurduğumuzda veya ilgili firmadan bir şey satın almaya kalktığımızda, ilgili çalışanın kimyası ile karşılaşırız ve çoğumuzun zihninde ilgili iletişime yönelik pozitif veya negatif bir algı oluşur. Ve bu iletişim kimyası genellikle, üst birimlerden alt birimlere yayılır ve sonra da işletme paydaşlarına… Personeline sevgi kültürü aşılayan liderlerin şüphesiz ki, sevgiyle çalışan ekipleri olacaktır. Ve bu durum da işletmenin kurumsal imajı açısından son derece önemlidir.
Akışa girmiş oluruz ve günün nasıl geçtiğini anlamayız: Sevgiyle yaptığımız işlerde akış halini yaşarız. Zamandan ve mekândan koparız. Ve bu harika bir duygudur. Çünkü kendimizi çalışıyor gibi hissetmeyiz. Akış halini yaşayabilmemiz için, işimizi sevmemiz ve biraz zorlayıcı hedefler üzerinde çalışmamız gerekir. Hedefler çok kolay olduğunda bu bizi tatmin etmez, ulaşılmayacak kadar zor olduğunda ise, yoğun bir strese gireriz ki, bu da ruh sağlığımızı olumsuz bir şekilde etkiler. İşte bu ikisinin ortasında akış halini yaşarız.
Hedeflerine kalbiyle/yüreğiyle bağlı bir çalışan arıyorsak, onları anketlerde bulmak zordur. Çalışırken seyretmeliyiz onları, çünkü çevrelerine yansıttıkları enerjiden hemen anlaşılırlar. Kendisini iyi yönetebilen, duygusal zekâsı yüksek bir çalışan zor koşullarda dahi bu konuda başarılı olabilir mi? Bu sorunun bendeki yanıtı evettir. Fakat bunun yanında, ekip başarısı ile ilgili birçok konuda oluğu gibi, bu konuda da ekip liderlerine düşen sorumluluk yüksektir. Ekip içinde, korku değil, sevgi kültürü oluşturan, iyi rol-model olan, adalet ve güveni her şeyden üstün tutan liderlerin benzer bir yaklaşıma sahip çalışanlarının olma ihtimali çok yüksektir.
Bu yazımın altına Halil Cibran’ın aşk ile çalışmaya yönelik o harika sözünü yazmadan yapamadım:
“Saatlerin fısıltısı müziğe dönüşür; bir ney gibi olursunuz kalpten çalıştığınız zaman. Ve nedir aşk ile çalışmak? Yar giyecekmiş gibi dokumaktır bir kumaşı, nakış işler gibi kalpten...”
Eğitim programlarımız ile ilgili daha detaylı bilgi sahibi olmak ve eğitimlerimizin size sunduğu fırsatları öğrenmek için lütfen katılın.